Hürriyet Gazetesi İnsan Kaynakları 30 Kasım 2008 tarihli ekinin 14. sayfasında şu başlıkta bir yazı görüyoruz: "Anadolu Okullarına tersine beyin göçü". "YOUNG GURU ACADEMY" adlı ABD merkezli kurum tarafından Türkiye'den gönüllü olan üniversite öğrencileri arasından seçilenler ABD'de her yıl liderlik kampına alınır ve daha sonra Türkiye'de bir kalkınma projesine katkıda bulunurlarmış. Örnek olarak verilen kalkınma projesi ise şu:
Bu liderlik eğitimlerini alan kişiler, Anadolu'daki okullarda verilen Türkçe derslerinin belli kısımlarına katılarak öğrencilere birşeyler anlatacak ve kitaplar dağıtacaklarmış.
Öncelikle, beyin göçü tabiri ile bizde Türkiye'de eğitim görmüş zeki ve yetenekli kişilerin yurtdışına göç etmeleri ve bu nedenle Türkiye'nin çok ihtiyacı olan nitelikli insanların kaybedilmesi kastedilir. "Tersine Beyin Göçü" diyebilmeniz için şunlardan birisinin olması gerekir:
1- Batı ülkelerinde yaşayan ve orada eğitim görmüş son derece zeki ve yetenekli kişiler kendi ülkelerine hizmet etmek yerine Türkiye'ye gelerek buranın kalkınmasına katkıda bulunurlar.
2- Yurtdışında çalışmakta olan zeki, yetenekli ve çok iyi eğitim almış Türkiye kökenli kişiler ülkelerine dönerek buranın kalkınmasına katkıda bulunurlar.
Bu "Young Guru Academy" ise sadece Türkiye'den bazı üniversite öğrencilerini alıp, onlara birşeyler (kar amacı gütmeksizin, sadece Türkiye insanına olan sevgilerinden dolayı) öğreterek, daha sonra bu öğrenilenleri (kim bilir nasıl amaçlara hizmet eden projeler) Anadolu'daki genç beyinlere aktaracak. Bu aktarma için de, zaten yapılmakta olan Türkçe derslerinin saatlerinden çalınacak.
Ortada alışageldiğimiz manada bir beyin göçü göremiyoruz. Tek gördüğümüz, üniversitede öğrenim gören Türk gençlerini alıp, onların beyinlerine Amerika'da birşeyler enjekte ederek daha sonra bu kişileri Anadolu'da yapılmakta olan mevcut Türkçe derslerine salmak.
30 Aralık 2008 Salı
29 Aralık 2008 Pazartesi
Eğitim Faciası ile Hesaplaşma - Bölüm 1
Bu yazı Türkiye'de muhtemelen son 60-70 yıl içerisinde giderek yozlaştırılan eğitim sistemi ile karşılaşmış olan, karşılaşacak olan veya şu anda bu eğitim düzeni (!) içerisinde yetenekleri köreltilmekte olan insanlara yöneliktir.
Bu aralar gündemde olan bir AROG filmi var. Yer yer güzel göndermeler yapan filmin mükemmel bir şekilde dokundurma yaptığı bir konu da Türkiye'de ilkokuldan başlayan eğitim sisteminin ve müfredatının kokuşmuşluğu olarak göze çarpıyor. "SÖYLE BAKALIM ORADA DAĞLAR DENİZE PARALEL Mİ? HADİ SÖYLE! ORADAKİ DAĞ VE OVALARIN İSİMLERİNİ SAY". Hepimize bazı şeyler ezberletildi. Bunları yazılı sınavdan önce ezberledik ve hemen unuttuk. Bazılarımız ezberlemek gibi bir aptallık yapmayarak ve yeteneklerimize güvenerek kopya çektik. Ama sonuç olarak hepimiz hiçbir sebep-sonuç ilişkisine dayanmayan, akıl yürütmeye ve sorgulamaya imkan tanımayan saçmalıkları unutmak gibi iyi birşey yaptık. Bünyemiz reddetti bunları. Fakat bu arada beynimizi yeterince çalıştırma imkanını kaçırdık.
İlkokokulda ilk defa karşılaştığımız çoktan seçmeli test soruları, üniversite sınavı denilen birkaç saatlik test sınavına önceden hazırlanmamız için önümüze kondu. O zamanlar çocuktuk; sorgulama şansımız yoktu ve bu yüzden test çözdük; test çözdük. Aslında bazılarımız birşeylerin ters gittiğinin farkındaydı: Matematik dersinde öğretilen "küme" denilen şeyin ne olduğu kafamızı kurcalamıştı ama bu gelip geçen bir sıkıntılı düşünceydi. Kümeler ile ilgili test sorularının kolay olduğunu görünce rahatladık. Fazla kurcalamaya gerek yoktu.
Konuları fazla kurcalamamız istenmiyor gibiydi. Yoksa fazla kurcalarsak aslında bize öğretilen şeylerin (matematik dahil) bizden farkı olmayan insanların ürettiği ve halen tartışmalı olan düşüncelerden ibaret olduğunu mu anlayacaktık? Bunu anlarsak, bizler de düşünce üretmek yönünde eğilimler mi sergileyecektik? Yoksa bundan mı korkuldu?
Bu aralar gündemde olan bir AROG filmi var. Yer yer güzel göndermeler yapan filmin mükemmel bir şekilde dokundurma yaptığı bir konu da Türkiye'de ilkokuldan başlayan eğitim sisteminin ve müfredatının kokuşmuşluğu olarak göze çarpıyor. "SÖYLE BAKALIM ORADA DAĞLAR DENİZE PARALEL Mİ? HADİ SÖYLE! ORADAKİ DAĞ VE OVALARIN İSİMLERİNİ SAY". Hepimize bazı şeyler ezberletildi. Bunları yazılı sınavdan önce ezberledik ve hemen unuttuk. Bazılarımız ezberlemek gibi bir aptallık yapmayarak ve yeteneklerimize güvenerek kopya çektik. Ama sonuç olarak hepimiz hiçbir sebep-sonuç ilişkisine dayanmayan, akıl yürütmeye ve sorgulamaya imkan tanımayan saçmalıkları unutmak gibi iyi birşey yaptık. Bünyemiz reddetti bunları. Fakat bu arada beynimizi yeterince çalıştırma imkanını kaçırdık.
İlkokokulda ilk defa karşılaştığımız çoktan seçmeli test soruları, üniversite sınavı denilen birkaç saatlik test sınavına önceden hazırlanmamız için önümüze kondu. O zamanlar çocuktuk; sorgulama şansımız yoktu ve bu yüzden test çözdük; test çözdük. Aslında bazılarımız birşeylerin ters gittiğinin farkındaydı: Matematik dersinde öğretilen "küme" denilen şeyin ne olduğu kafamızı kurcalamıştı ama bu gelip geçen bir sıkıntılı düşünceydi. Kümeler ile ilgili test sorularının kolay olduğunu görünce rahatladık. Fazla kurcalamaya gerek yoktu.
Konuları fazla kurcalamamız istenmiyor gibiydi. Yoksa fazla kurcalarsak aslında bize öğretilen şeylerin (matematik dahil) bizden farkı olmayan insanların ürettiği ve halen tartışmalı olan düşüncelerden ibaret olduğunu mu anlayacaktık? Bunu anlarsak, bizler de düşünce üretmek yönünde eğilimler mi sergileyecektik? Yoksa bundan mı korkuldu?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)