Burada bir hüküm vermekten ziyade, aklımıza gelen soru işaretlerine dikkat çekmek istiyoruz:
Saadet Partisi Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş hakkında:
1988 - 1989 yılları arasında ABD’de Temple University School of Business & Management’da lisansüstü çalışmalarına devam etti. 1990 - 1993 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nde Cornell University New York State School of Industrial & Labor Relations’nda misafir öğretim üyesi olarak görevde bulundu ve doktorasını verdi.
Numan Kurtulmuş'un sloganı: Fark
Barack Obama'nın sloganı: Fark
Numan Kurtulmuş neler söylüyor? Cevap: Doğru şeyler.
Barack Obama neler söylemişti? Cevap: Doğru şeyler.
Numan Kurtulmuş ne yaptı? Cevap: Henüz bilmiyoruz.
Barack Obama ne yapıyor? Cevap: "Değişim" vaadiyle geldi, fakat hiçbir şey değişmiyor. Kadro aynı, siyaset aynı, yöneten lobiler aynı...
Bush yönetimi halkın gözünden iyice düşünce, "fark var" diyen Obama hükümeti geldi. Ak Parti hükümeti birgün gözden düşerse yerine kim gelebilir? Cevap: Bunu herkes kendi düşünsün.
ABD'de ve Güney Amerika'da oynanan oyunların benzeri geçmişte Türkiye'de oynandı mı? Cevap: Evet.
Bazı kavramları hatırlayalım:
Sahte sağ
Sahte sol
Sahte milliyetçi
Sahte Atatürkçü - Rozet Atatürkçü'sü
...
Bağımsız Türkiye Partisi Başkanı Haydar Baş hakkında:
"İslam ve Hz. Mevlana", "Tasavvuf Tarihi", "Din Sosyolojisi" ve "Din Psikolojisi" konularındaki tezleri neticesinde "Profesörlük" unvanını almıştır.
("Milli Ekonomi Modeli" diye büyük toplantılarda bağırıp çağırıyor. Ekonomi Profesörü ve ekonomi dehası gibi muamele görüyor.)
Aldığı ödüllerden bazıları:
- Dünya Barışına, İnsan Haklarına ve Ekonomiye katkılarından ötürü verilen Saygın Liderlik Ödülü. Amerikan Biyografi Enstitüsü, bu ödülle Prof. Dr. Haydar Baş'ı "Uluslararası Seçkin Liderler Ansiklopedisi"nin 5. baskısında yer almak üzere seçmiştir.
- İnsan Haklarına yapmış olduğu hizmetlerden dolayı verilen Şeref Sertifikası. Bu sertifika Uluslararası Biyografi Merkezi tarafından verilmiştir.
- Amerika merkezli Uluslararası Biyografi Merkezi tarafından verilen daha birçok ödül.
Kaynak: Wikipedia Türkiye
Ayrıca bakınız: Wikipedia Türkiye Haydar Baş tartışma sayfası.
23 Mart 2009 Pazartesi
21 Mart 2009 Cumartesi
Taraf Gazetesi'nin Obama Ziyareti Yorumu
http://www.taraf.com.tr/makale/4414.htm
Yine ilginç bir yazı ile karşı karşıyayız.
"...ulus-devlet yapılarını ABD kontrolünde tutmak için iç savaşlar her zaman vardı."
"Türkiye’de bütün iç savaş provaları ve katliamlar, devlet terörü, baskı, buna bağlı içe kapalı ekonomi ve toplum modeli bu dönemin temel karakteristiği olarak varoldu. Gladio ve Ergenekon türü örgütlenmeler bu dönemin gürbüz çocukları olarak serpilip geliştiler. Bu anlamda Nazilerin faşizmi ile Türkiye’de darbelere dayalı faşizmin babası aynıdır."
Burada, gerçeklerin içine sokuşturulmuş tek bir önermeye itirazımız var:
ABD'nin organize ettiği her türlü sivil/askeri girişim ile birlikte nasıl oluyor da "içe kapalı ekonomi modeli" suçlu oluyor?
1929 bunalımını hatırlayalım. Türkiye o dönemde (Atatürk dönemi), kendi halkının üretim gücüne güvenen ekonomisiyle (karma bir ekonomidir), krizden etkilenmemeyi bildi ve büyümeye devam etti. Şimdi bu ekonomik yapı nasıl oluyor da suçlu oluyor?
Yazının ilk kısımlarında tarafsız ve doğru bir biçimde, bilinen gerçeklerden bahsediliyor. Yani Amerika, el attığı devletlerde ya sivilleri örgütleyerek turuncu devrimler düzenliyor (Ukrayna gibi), ya da askeriyenin içine sızarak, örgütlediği subaylarla askeri darbeler yapıyor (1980 darbesi gibi). Yönetimde başına buyruk (ülkenin kendi çıkarları için) hareket eden birileri söz sahibi olursa, her türlü imkan (basın/yayın dahil) seferber edilerek indiriliyor.
Fakat şimdi ilk önemli yorum geliyor:
"Yani şimdi bizi, boğarcasına çökmekte olan ve yaklaşık 200 yıldır devam eden kapitalizmin, ulus-devlet egemenliğine dayalı modeli, Nazilerin babası olduğu kadar, Türkiye’de de darbecilerin, Ergenekoncuların ve diğer katliamcıların da babasıdır."
Amerika'yı yönetenlerin asıl suçlu olduğu kabul edilmiş, buna itirazımız yok. Fakat bu suçun ortakları ulus devlet yapısı içindeki Ergenekon benzeri örgütlermiş. Şimdi, Amerika'nın organize ettiği darbelerde rol alanların suçlu olduğu açıktır. Aynı şekilde arkasında ABD'nin bulunduğu ve dış ülkelerin amaçlarına hizmet eden her kim ise Türkiye'nin aleyhine hareket etmiştir. Buna kimsenin itirazı olamaz. Fakat, buna dayanarak "ulus devlet yapısı çökmüştür" demek de nasıl bir mantıktır? Çökertilmesi gereken şey, dış güçler ile işbirliği yapanlardır. Bunların kimler olduğunu bulmak ise her vatandaşın zorlu bir görevi olsa gerek.
"Çöken kapitalizmin ulus-devlet modelidir."
Peki hadi diyelim, dış güçlerle işbirliği yapanları ayıklamak yerine, mevcut devlet yapısını çökerttik. Yerine ne koyacağız? Devlet çökünce, Sevr antlaşmasının şartları geri gelmiyor mu? Bu mudur kurtuluşumuz? Şu anki devlet, Atatürk anlayışının kurduğu devlettir. Atatürk de, bu bahsedilen dünya düzencilerine kafa tutmuş ve bunlardan bağımsız hareket etmiş bir liderdir. O'nun kurduğu devleti neden yıkıyoruz şimdi? Tam tersine, o devleti küresel krizlerden dahi etkilenmeyen o güçlü günlerine, yani Atatürk'ün bize bıraktığı günlere çevirmek için neden uğraşmıyoruz? Kimdi kurtuluş savaşımızın önderi? O savaş neden yapıldı?
İlginç yorumlar devam ediyor:
"Şimdi Obama Türkiye’ye geliyor. Bu bir ihsan değil; Obama yeni dönemi anlatmaya Türkiye’den başlayacak. Bu, yeni dönemin savaşla ve halkları birbirine kırdıran diktatörlüklerle olmayacağının ilk işareti."
Obama'nın Türkiye'ye gelişi, Amerika'nın tövbe edip pişman olduğunun ve akıllandığının bir işaretiymiş. Bir dönem de İngiltere Kraliçesi gelmişti. O da galiba pişmanlıklarını ifade edip, şöyle dedi bize:
"Artık sizin devleti yıkmak için çalışmaktan vazgeçeceğiz. Yeni dünya düzenimiz çöküyor. Artık size haksızlık etmeyeceğiz; affedin bir densizlik yaptık; artık hep birlikte güzel bir dünyaya yelken açma zamanı geldi".
Sormak lazım: Kendisine ait tüm önemli şirketlerini ve kurumlarını satan, üretemeyen bir ülke, nasıl olacak da yeni dünya düzeninde söz sahibi olacak? Elimizden tüm bu kurumları alanlar ve hatta topraklarımızı satın alanlar, bu işten vazgeçip "size bunları iade etmeye karar verdik, buyrun alın" mı diyecekler?
Cemil Ertem'in de suçlu bulduğu Amerika'yı halen yönetenlere karşı durmak için, içimizde bunlarla işbirliği yapanları, hangi kurumun içinde olursa olsun tespit edip ayıklamalıyız dedik. Peki sade bir vatandaş bunu nasıl yapacak? İşte basit bir formül:
Kim Türkiye'nin elindeki bir şirketi, kaynağı, varlığı, toprağı yabancı şirketlere satmak için uğraşıyorsa suçludur. Kaynaklarımızı kaybedersek, dünya düzeninde sadece her yönüyle sömürülen hizmetkarlar oluruz.
Kendi halkı yerine, dışarıdan akan paralara güvenenler ise kararlarını gözden geçirsinler. Amerikan halkı arasında bir söz dolaşırmış eskiden beri: "Her başkan gelir gider ama Rockefeller yerinde durur". Bu yerinde durmakta olan güçlerin akıtacağı paralara güvenenleri anlıyoruz; seçimlerini yapmışlar. Bizim sözümüz, tüm bu olanlara farkında olmayarak kendini alet eden iyi niyetli kişileredir. Midemizin dolması iyi birşeydir de, yediklerimizi hazmedebilmemiz için vicdanımızın da rahat etmesi gerekir.
Yine ilginç bir yazı ile karşı karşıyayız.
"...ulus-devlet yapılarını ABD kontrolünde tutmak için iç savaşlar her zaman vardı."
"Türkiye’de bütün iç savaş provaları ve katliamlar, devlet terörü, baskı, buna bağlı içe kapalı ekonomi ve toplum modeli bu dönemin temel karakteristiği olarak varoldu. Gladio ve Ergenekon türü örgütlenmeler bu dönemin gürbüz çocukları olarak serpilip geliştiler. Bu anlamda Nazilerin faşizmi ile Türkiye’de darbelere dayalı faşizmin babası aynıdır."
Burada, gerçeklerin içine sokuşturulmuş tek bir önermeye itirazımız var:
ABD'nin organize ettiği her türlü sivil/askeri girişim ile birlikte nasıl oluyor da "içe kapalı ekonomi modeli" suçlu oluyor?
1929 bunalımını hatırlayalım. Türkiye o dönemde (Atatürk dönemi), kendi halkının üretim gücüne güvenen ekonomisiyle (karma bir ekonomidir), krizden etkilenmemeyi bildi ve büyümeye devam etti. Şimdi bu ekonomik yapı nasıl oluyor da suçlu oluyor?
Yazının ilk kısımlarında tarafsız ve doğru bir biçimde, bilinen gerçeklerden bahsediliyor. Yani Amerika, el attığı devletlerde ya sivilleri örgütleyerek turuncu devrimler düzenliyor (Ukrayna gibi), ya da askeriyenin içine sızarak, örgütlediği subaylarla askeri darbeler yapıyor (1980 darbesi gibi). Yönetimde başına buyruk (ülkenin kendi çıkarları için) hareket eden birileri söz sahibi olursa, her türlü imkan (basın/yayın dahil) seferber edilerek indiriliyor.
Fakat şimdi ilk önemli yorum geliyor:
"Yani şimdi bizi, boğarcasına çökmekte olan ve yaklaşık 200 yıldır devam eden kapitalizmin, ulus-devlet egemenliğine dayalı modeli, Nazilerin babası olduğu kadar, Türkiye’de de darbecilerin, Ergenekoncuların ve diğer katliamcıların da babasıdır."
Amerika'yı yönetenlerin asıl suçlu olduğu kabul edilmiş, buna itirazımız yok. Fakat bu suçun ortakları ulus devlet yapısı içindeki Ergenekon benzeri örgütlermiş. Şimdi, Amerika'nın organize ettiği darbelerde rol alanların suçlu olduğu açıktır. Aynı şekilde arkasında ABD'nin bulunduğu ve dış ülkelerin amaçlarına hizmet eden her kim ise Türkiye'nin aleyhine hareket etmiştir. Buna kimsenin itirazı olamaz. Fakat, buna dayanarak "ulus devlet yapısı çökmüştür" demek de nasıl bir mantıktır? Çökertilmesi gereken şey, dış güçler ile işbirliği yapanlardır. Bunların kimler olduğunu bulmak ise her vatandaşın zorlu bir görevi olsa gerek.
"Çöken kapitalizmin ulus-devlet modelidir."
Peki hadi diyelim, dış güçlerle işbirliği yapanları ayıklamak yerine, mevcut devlet yapısını çökerttik. Yerine ne koyacağız? Devlet çökünce, Sevr antlaşmasının şartları geri gelmiyor mu? Bu mudur kurtuluşumuz? Şu anki devlet, Atatürk anlayışının kurduğu devlettir. Atatürk de, bu bahsedilen dünya düzencilerine kafa tutmuş ve bunlardan bağımsız hareket etmiş bir liderdir. O'nun kurduğu devleti neden yıkıyoruz şimdi? Tam tersine, o devleti küresel krizlerden dahi etkilenmeyen o güçlü günlerine, yani Atatürk'ün bize bıraktığı günlere çevirmek için neden uğraşmıyoruz? Kimdi kurtuluş savaşımızın önderi? O savaş neden yapıldı?
İlginç yorumlar devam ediyor:
"Şimdi Obama Türkiye’ye geliyor. Bu bir ihsan değil; Obama yeni dönemi anlatmaya Türkiye’den başlayacak. Bu, yeni dönemin savaşla ve halkları birbirine kırdıran diktatörlüklerle olmayacağının ilk işareti."
Obama'nın Türkiye'ye gelişi, Amerika'nın tövbe edip pişman olduğunun ve akıllandığının bir işaretiymiş. Bir dönem de İngiltere Kraliçesi gelmişti. O da galiba pişmanlıklarını ifade edip, şöyle dedi bize:
"Artık sizin devleti yıkmak için çalışmaktan vazgeçeceğiz. Yeni dünya düzenimiz çöküyor. Artık size haksızlık etmeyeceğiz; affedin bir densizlik yaptık; artık hep birlikte güzel bir dünyaya yelken açma zamanı geldi".
Sormak lazım: Kendisine ait tüm önemli şirketlerini ve kurumlarını satan, üretemeyen bir ülke, nasıl olacak da yeni dünya düzeninde söz sahibi olacak? Elimizden tüm bu kurumları alanlar ve hatta topraklarımızı satın alanlar, bu işten vazgeçip "size bunları iade etmeye karar verdik, buyrun alın" mı diyecekler?
Cemil Ertem'in de suçlu bulduğu Amerika'yı halen yönetenlere karşı durmak için, içimizde bunlarla işbirliği yapanları, hangi kurumun içinde olursa olsun tespit edip ayıklamalıyız dedik. Peki sade bir vatandaş bunu nasıl yapacak? İşte basit bir formül:
Kim Türkiye'nin elindeki bir şirketi, kaynağı, varlığı, toprağı yabancı şirketlere satmak için uğraşıyorsa suçludur. Kaynaklarımızı kaybedersek, dünya düzeninde sadece her yönüyle sömürülen hizmetkarlar oluruz.
Kendi halkı yerine, dışarıdan akan paralara güvenenler ise kararlarını gözden geçirsinler. Amerikan halkı arasında bir söz dolaşırmış eskiden beri: "Her başkan gelir gider ama Rockefeller yerinde durur". Bu yerinde durmakta olan güçlerin akıtacağı paralara güvenenleri anlıyoruz; seçimlerini yapmışlar. Bizim sözümüz, tüm bu olanlara farkında olmayarak kendini alet eden iyi niyetli kişileredir. Midemizin dolması iyi birşeydir de, yediklerimizi hazmedebilmemiz için vicdanımızın da rahat etmesi gerekir.
Taraf Gazetesi'nin Ekonomi Yorumları
Cemil Ertem adlı yazarın dünya ekonomisi üzerine yazıları dikkatimizi çekiyor. Putin'in Davos konuşmasını yorumlamış bir yazısında:
http://www.taraf.com.tr/makale/3785.htm
Özetle, krizden çıkışın reçetesi ülkelerin kendilerini küreselleşmenin kucağına bırakmalarıymış ve Putin bunu farketmiş.
"Şimdi Putin ve arkadaşlarının yapacağı tek şey var: Oligarklara dayalı “kara ekonomiyi” tasfiye edip, Rusya’yı küreselleşmenin kucağına bırakmak" diyor.
Cevap verelim:
1- Kriz Amerika'da başladı ve krizin sebebi, küreselleşme adı altında faaliyet gösteren, serbest bırakılmış finans kurumlarının yaptıkları türlü dolandırıcılıklar sonucu finansal balonların hava kaçırmaya başlamış olmasıdır. Örneğin, ödeyemeyecek durumdaki kişilere ev kredisi verdiler. Devlet kontrolü yoktu.
Bu durumda, krizin sebebi küreselleşme ve devlet kontrolünün ortadan kalkması iken, çözüm reçetesi nasıl olur da kendimizi küreselleşmenin kucağına bırakmak olur?
2- Putin konuşmasında gerçekten de yeni bir finansal sistemin kurulması gerektiğini söyledi. Krizi aşmak için her ülkenin kendi kabuğuna çekilmesi değil, tüm dünyanın uzlaşacağı yeni bir sistemin gelmesi gerektiğini söyledi. Eskiden, Amerika'daki lobilerin yönettiği bu sistem artık başka ülkelerin de söz sahibi olacağı yeni bir dengeyi içerecek dedi. Bu dengede Rusya'nın da söz sahibi olacağını ima etti.
Fakat bakıyoruz da Cemil Ertem'e göre Rusya kendisini küreselleşmenin kucağına bırakacakmış. Burada tabi küreselleşme derken, yıllardır propagandası yapılan ve Amerika'yı yönetenlerin dünyaya benimsetmeye çalıştığı hegemonyadan bahsediyor. Neymiş, Putin de bunların kucağına oturmak gerektiğini anlamış artık.
İlginç. Hem Amerika'nın yönettiği finans sistemi çökecek; Brezilya, Çin, Rusya gibi devletler dünyada daha çok söz sahibi olacak, hem de Putin "kucağa oturmak" gerektiğini anlayacak.
Cemil Ertem'e gerçeklerden yola çıkarak, bazı mükemmel(?) yorumlarla konuyu kendi istediği şekilde sonuçlandırdığı yazılarında başarılar diliyoruz.
VE DÜZELTELİM: Putin diyor ki, Rusya olarak kendi doğal kaynaklarımızı kullanarak ve her alanda üretimimizi destekleyerek (Rus firmalarını desteklemeye devam ederek) kalkınacağız. Yeni kurulacak finans sisteminde de söz sahibi olacağız.
Kendisine Dell firmasından gelen "nasıl yardım edebiliriz?" sorusuna da sert tepki göstererek "yardıma ihtiyacımız yok ki..." diyen bir lider var karşımızda. Kendi insanının yeteneklerinden bahsediyor; kendi insanına güveniyor.
http://www.taraf.com.tr/makale/3785.htm
Özetle, krizden çıkışın reçetesi ülkelerin kendilerini küreselleşmenin kucağına bırakmalarıymış ve Putin bunu farketmiş.
"Şimdi Putin ve arkadaşlarının yapacağı tek şey var: Oligarklara dayalı “kara ekonomiyi” tasfiye edip, Rusya’yı küreselleşmenin kucağına bırakmak" diyor.
Cevap verelim:
1- Kriz Amerika'da başladı ve krizin sebebi, küreselleşme adı altında faaliyet gösteren, serbest bırakılmış finans kurumlarının yaptıkları türlü dolandırıcılıklar sonucu finansal balonların hava kaçırmaya başlamış olmasıdır. Örneğin, ödeyemeyecek durumdaki kişilere ev kredisi verdiler. Devlet kontrolü yoktu.
Bu durumda, krizin sebebi küreselleşme ve devlet kontrolünün ortadan kalkması iken, çözüm reçetesi nasıl olur da kendimizi küreselleşmenin kucağına bırakmak olur?
2- Putin konuşmasında gerçekten de yeni bir finansal sistemin kurulması gerektiğini söyledi. Krizi aşmak için her ülkenin kendi kabuğuna çekilmesi değil, tüm dünyanın uzlaşacağı yeni bir sistemin gelmesi gerektiğini söyledi. Eskiden, Amerika'daki lobilerin yönettiği bu sistem artık başka ülkelerin de söz sahibi olacağı yeni bir dengeyi içerecek dedi. Bu dengede Rusya'nın da söz sahibi olacağını ima etti.
Fakat bakıyoruz da Cemil Ertem'e göre Rusya kendisini küreselleşmenin kucağına bırakacakmış. Burada tabi küreselleşme derken, yıllardır propagandası yapılan ve Amerika'yı yönetenlerin dünyaya benimsetmeye çalıştığı hegemonyadan bahsediyor. Neymiş, Putin de bunların kucağına oturmak gerektiğini anlamış artık.
İlginç. Hem Amerika'nın yönettiği finans sistemi çökecek; Brezilya, Çin, Rusya gibi devletler dünyada daha çok söz sahibi olacak, hem de Putin "kucağa oturmak" gerektiğini anlayacak.
Cemil Ertem'e gerçeklerden yola çıkarak, bazı mükemmel(?) yorumlarla konuyu kendi istediği şekilde sonuçlandırdığı yazılarında başarılar diliyoruz.
VE DÜZELTELİM: Putin diyor ki, Rusya olarak kendi doğal kaynaklarımızı kullanarak ve her alanda üretimimizi destekleyerek (Rus firmalarını desteklemeye devam ederek) kalkınacağız. Yeni kurulacak finans sisteminde de söz sahibi olacağız.
Kendisine Dell firmasından gelen "nasıl yardım edebiliriz?" sorusuna da sert tepki göstererek "yardıma ihtiyacımız yok ki..." diyen bir lider var karşımızda. Kendi insanının yeteneklerinden bahsediyor; kendi insanına güveniyor.
11 Mart 2009 Çarşamba
Evrim Teorisinden Korkmak
Bir kişi herhangi bir dine gerçekten güçlü bir şekilde inanıyorsa, insanlığın başlangıcı ile ilgili farklı görüşleri okumak, öğrenmek ve sorgulamaktan çekinmemelidir. Bunu çok basit bir örnekle açıklayalım: Diyelim ki bir halterci var ve kesinlikle 300 kiloluk bir ağırlığı kaldıracağına tam olarak inanıyor. Çünkü çıktığı çeşitli müsabakalarda bu ağırlığı hep rahatlıkla kaldırmış. Bu halterciye aşağıdaki gibi meydan okusak bizden kaçar mı?
“Senin kaldırdığın ağırlıklar gerçekte 300 kilo değil. Eğer öyle olduğuna inanıyorsan gel bizim spor salonundaki 300 kiloyu kaldır da biz de ikna olalım”.
Kendisine inancı sağlam olan halterci, böyle bir tekliften kaçar mıydı?
İnancımızı sağlamlaştırmak istiyorsak, gerektiğinde ateist bir arkadaşımız ile inancımız konusunda tartışabilecek olgunluğa sahip olmalıyız. Eğer felsefeden, bilimden ve sorgulamaktan kaçarsak nasıl olur da inancımızın sağlam olduğunu iddia edebiliriz?
Bilim Teknik dergisinin evrim teorisi ile ilgili sansüre uğradığını öğrendik. Benzer şekilde, ortaokul ve lise müfredatlarında evrim teorisi ile ilgili kısmın iyice kısaltıldığını ve önemsiz hale getirildiğini biliyoruz. Sakın bu yapılanlar bizim dini inancımızı korumak adına değil de tam tersine inancımızı zayıflatmak ve içi boş hale getirmek için yapılıyor olmasın? Örneğin, bir arkadaşımız gelip bize evrim teorisi hakkında sorular soracak ve kendisine cevap veremeyeceğiz. Aciz bir duruma düşmedik mi şimdi?
“Senin kaldırdığın ağırlıklar gerçekte 300 kilo değil. Eğer öyle olduğuna inanıyorsan gel bizim spor salonundaki 300 kiloyu kaldır da biz de ikna olalım”.
Kendisine inancı sağlam olan halterci, böyle bir tekliften kaçar mıydı?
İnancımızı sağlamlaştırmak istiyorsak, gerektiğinde ateist bir arkadaşımız ile inancımız konusunda tartışabilecek olgunluğa sahip olmalıyız. Eğer felsefeden, bilimden ve sorgulamaktan kaçarsak nasıl olur da inancımızın sağlam olduğunu iddia edebiliriz?
Bilim Teknik dergisinin evrim teorisi ile ilgili sansüre uğradığını öğrendik. Benzer şekilde, ortaokul ve lise müfredatlarında evrim teorisi ile ilgili kısmın iyice kısaltıldığını ve önemsiz hale getirildiğini biliyoruz. Sakın bu yapılanlar bizim dini inancımızı korumak adına değil de tam tersine inancımızı zayıflatmak ve içi boş hale getirmek için yapılıyor olmasın? Örneğin, bir arkadaşımız gelip bize evrim teorisi hakkında sorular soracak ve kendisine cevap veremeyeceğiz. Aciz bir duruma düşmedik mi şimdi?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)